Yunanistan’ın Sözde Hukuki Gerekçelerinin Ters Etkisinden Kaynaklanan Egemenliğin El Değiştirmesi Fırsatları

Türkiye ve Yunanistan arasında son zamanlarda savaş söylemleri seviyesine yükselen sorunun temel nedeni Yunanistan’ın Ege Denizi’nin doğusundaki adaları uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı bir şekilde silahlandırmasından kaynaklanmaktadır. Tarihsel kronolojiyi takip ettiğimizde 1914 tarihli Londra Büyükelçiler Konferansı Kararı’na göre Yunanistan’a devredilen adalar askeri bir amaçla kullanılamayacak veya askeri müstahkem haline getirilemeyecektir. Ayrıca hem 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması’na hem de 10 Şubat 1947 tarihli Paris Antlaşması’na göre Yunanistan’ın egemenliği altındaki belli adaların silahlandırılmaması gerekmektedir. Dolayısıyla bu adaların silahlandırılması yukarıdaki antlaşmaların esaslı ihlalini oluşturmaktadır. Aşağıda bu antlaşmaların ilgili hükümlerine ve bunların ihlal edilmesi neticesinde ortaya çıkan yeni hususlara teferruatı ile yer verilecektir.
Yukarıda aktardığımız uluslararası düzenlemelere aykırı olmasına rağmen Yunanistan, Doğu Ege Adaları’nı 1950’lerin sonundan itibaren silahlandırmaya başlamıştır. Hatta 1913 Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan düzenlemeler ile Ege Adaları’nın büyük bir kısmı Yunanistan’a bırakılırken, Anadolu kıyılarına yakın olan adaların tamamının silahlandırılmamasına yönelik hukuki düzenlemeler getirilmiştir. Bu bağlamda, Balkan Savaşları’nın ardından Yunanistan ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından 17 Mayıs 1913 tarihli Londra Protokolü ile yetkilendirilen Almanya, Avusturya-Macaristan, İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya’nın 13 Şubat 1914’te aldıkları ve taraflara bildirdikleri kararlarında, Yunanistan’a bırakılacak adaların “tahkim edilemeyeceğine” ve “askeri-deniz amaçlı kullanılamayacağına” dair düzenlemeler yer almıştır.
1923 Lozan Barış Antlaşması’nın 12. maddesinde de 6 büyük devlet tarafından alınan bu kararın aynen onaylandığı ifade edilmiştir. Ayrıca bu Antlaşma’nın 13. maddesinde, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adalarında “hiçbir deniz üssü kurulamaycak, hiçbir ihtihkam yapılamayacak” ve hatta söz konusu “adalarda Yunan askeri kuvvetleri, askerlik hizmetine çağrılmış ve bulundukları yerde eğitilebilecek normal asker sayısından çok olmayacağı gibi, jandarma ve polis kuvvetleri de, bütün Yunan ülkesindeki jandarma ve polis kuvvetlerine orantılı bir sayıda kalacaktır” hükümlerine yer verilmiştir. Bunlara ek olarak Lozan Antlaşması ile İtalya’da kalacağı teyit edilen On İki Ada’nın silahsızlandırılmasına ilişkin doğrudan bir hüküm yokken, Yunanistan’a bırakılan adalara ilişkin bu yönde bir düzenlemeye de yer verilmiştir. Bu Antalşama’ya göre, ilgili adalarda Yunanistan Silahlı Kuvvetleri, silah altına alınıp yerine eğitilebilecek normal askersel birlikle ve tüm Yunanistan topraklarındaki jandarma ve polis sayısı ile orantılı olacak bir jandarma ve polis örgütü ile sınırlı kalacaktır.
Adaların silahsızlandırılmasıyla ilgili diğer bir önemli antlaşma 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’dir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ek protokolü ile Türkiye’nin “Boğazlar mıntıkasına” yeniden asker ve silah konuşlandırılması kabul edilmiştir.
Yukarıda istinad ettiğimiz Londra Büyükelçiler Konferansı Kararı’nın önem arz eden yanı, Yunanistan’a devredilen adaların askeri bir amaçla kullanılamaycağı veya askeri müstahkem hale getirilemeyeceği hükmüdür. Bu bağlamda Lozan Barış Antlaşması, 12. madde kapsamında, 1914 tarihli Londra Büyükelçiler Konferansı Kararı’nın kurduğu düzeni teyit eder ve devam ettirmeyi amaçlar.
Bunlarak ek olarak, Doğu Ege Adaları’nın geriye kalanlarını oluşturan ve Lozan Barış Antlaşması’nın 15. maddesi ile İtalya’ya verilen On İki Ada’nın askersizleştirilmesine dair hüküm ise İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kabul edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Yunanistan dahil, galip sayılan 20 devlet ile İtalya arasında 10 Şubat 1947 tarihinde imzalanan Paris Antlaşması’nın 14. maddesinin 1. paragrafı, “On İki Ada” başlığı altında, Meis Adası dahil 14 adayı ismen sayarak İtlalya’dan Yunanistan’a devredilen bu adalara ilişkin olarak ayrıca, “askerden arındırılacak ve öyle kalacaktır” şartını getirmiştir. Türkiye bu Antlaşma’nın tarafı değildir. Bununla birlikte Türkiye’nin bu Antlaşma’ya taraf olmaması, Yunanistan’ın Türkiye’yi de ilgilendiren On İki Ada’nın silahsızlandırılmasına dair hükümleri ihlal edebileceği anlamına gelmemektedir. Diğer bütün devletlerin olduğu gibi ve özellikle de güvenlik çıkarları doğrudan etkilenen bir ülke olarak Türkiye’nin de söz konusu ihlalleri dile getirmesini engelleyen bir uluslararası hukuk kuralı da mevcut değildir.
Görüldüğü üzere her iki antlaşma da “barışın korunması” ve dolayısı ile Türkiye’nin güvenliğinin korunması amacıyla Doğu Ege Adaları’nın silahsız tutulacağını ve adalar üzerinde egemenliği belirleyen hususları açık bir biçimde düzenlemiştir.
Yunanistan’ın sözde meşru hukuki gerekçeleri nelerdir?
Yunanistan’ın hukuki kılıf bulmaya çalıştığı sorunlardan ilki statüsü belirsiz adalara ilişkindir. Şöyle ki 1996’da Türkiye ile Yunanistan arasında patlak veren “Kardak Kayalıkları Kriz”i, Türkiye’nin dikkatini Ege’de “statüsü belirsiz” olarak nitelediği ada, adacık ve kayalıklara yöneltmesine neden oldu. Bunun üzerine Yunanistan, 1947 Paris Antlaşması’yla İtalya’dan Yunanistan’a geçen Yunan adalarının statüsünde herhangi bir hukuksuzluk olmadığını ileri sürdü. Hatta Yunanistan 1923 Lozan Antlaşması’nın 12. maddesine atıfta bulunarak, “Türkiye’nin Ege’deki yalnız 3 millik deniz sınırı içinde kalan ada, adacık ve kayalıklara sahip olduğu” görüşünü savundu.
Yunanistan’ın öne sürdüğü sözde hukuki argümanlarından bir diğeri 1937 Montreux Antlaşması’dır. Yunanistan’a göre, Montreux Antlaşması Çanakkale çıkışındaki Limnos (Limni) ve Samothraki (Semadirek) adalarını, aynı Bozcaada ve Gökçeada da olduğu gibi 1987’den bu yana ve Türkiye’nin de rızasıyla silahsızlandırma maddelerinden muaf tutmaktadır.
Yunanistan ayrıca uluslararası antlaşmalar hukukunun en önemli kurallarından biri olan “rebus sic stantibus” yani koşulların değişmesi ile var olan antlaşma ve sözleşmelerin değiştirilebileceği kuralına atıf yaparak On İki Adalar’ın silahsızlandırılmasıyla ilgili maddelerin NATO ve Varşova Paktları’nın oluşmasıyla anlamı kalmadığını ileri sürmüş ve bu bağlamda Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra, muhtemel bir Türk-Yunan Savaşı çıkabileceği endişesiyle Türkiye’ye karşı “egemenlik sahasını korumak amacıyla ve BM Antlaşması’nın meşru müdafaa hakkını düzenleyen 51. maddesine de atıfta bulunarak adaların sadece savunmasına yönelik silahlandırdığına” dikkat çekmiştir.
Yunanistan’ın uluslararası hukukla bağdaşmayan bir diğer tezi ise “önleyici meşru müdafaa” hakkına ilişkindir. Şöyle ki Yunanistan Türkiye’nin “antlaşmalar uyarınca adaların ancak saldırıya uğraması halinde silahlandırılabileceği” görüşüne karşı “adaların zaten Türkiye’den gelecek olası bir saldırıya karşı silahlandırıldığı” görüşünü savunmasıdır. Ancak günümüz uluslararası hukukuna göre meşru müdafaa hakkının doğabilmesi için mevcut bir saldırının varlığı aranmaktadır. Dolayısıyla günümüz uluslararası hukukunda olası saldırı halini savunan önleyici meşru müdafaa hakkı kabul görmemektedir.
Türkiye’nin adaların silahsızlandırılmasına ilişkin yaklaşımı ve gerekçeleri nelerdir?
Yunanistan’ın Doğu Ege Adaları’nı silahlandırmaya başlaması üzerine Türkiye ilk olarak 29 Haziran 1964’te Yunanistan’a bir nota göndererek, Rodos ve İstanköy’de yapıldığı saptanan tahkimatların ilgili uluslararası antlaşmalara aykırı olduğunu ve bu eylemlere son verilmesi gerektiğini bildirmiştir. Yunanistan’ın 1964’te verdiği cevabi notada ise, ilgili uluslararası antlaşmalara uyduğunu ve söz konusu adalarda tahkimat yapmadığını ifade etmiştir.
Türkiye’nin bir diğer itirazı ise Yunanistan’ın 1969’de Limni Adası’nı silahlandırmaya başlamasına ilişkin olmuştur. Bu bağlamda Türkiye, 2 Nisan 1969’da Yunanistan’a verdiği notada Yunanistan’ın Limni’de yapmış olduğu silahlandırma ve altyapı çalışmalarının bu adaların antlaşmalarla silahsızlandırılmış statüsüne aykırı olduğunu bildirmiştir.
Türkiye bu itirazlarını ifade ederken temel hukuki argümanlar olarak yürürlükte oldukları konusunda herhangi bir şüphe bulunmayan hem Lozan Barış Antlaşması’nın 12. maddesine hem de Paris Barış Antlaşması’nın 14. maddesine atıf yaparak bu adalarda, güvenliği sağlayacak kolluk güçleri dışında asker ve tahkimat bulundurulmasının yasak olduğunun altını çizmiştir. Bunlara ek olarak Türkiye, hiçbir faaliyetinin Ege Adaları’nın güvenliğine yönelik tehdit oluşturmadığını, Ege Ordusu ve Ege Denizi’ndeki diğer bütün faaliyetlerin Türkiye’nin, uluslararası antlaşmalar ve uluslararası hukukun diğer kuralları ile tanınmış haklarını kullanmasından ibaret olduğunu ifade etmiştir.
Türkiye’nin tüm itiraz ve tepkilerine rağmen Yunanistan’ın silahlandırma faaliyetlerine devam etmesi uluslararası hukukun ağır ihlalini oluşturmaktadır. Bundan dolayı Türkiye’nin yakın dönemde yaptığı resmi açıklamaları ve yaklaşımları, Yunanistan’ın silahlandırma eylemlerinin, Lozan Antlaşması’nın adalara yönelik hükümlerinin “esaslı ihlalini” oluşturduğu yönündedir. Bu bağlamda Türkiye, Lozan Barış Antlaşması’nın adalar üzerindeki egemenliğe dair hükümlerinin sona erdiğini iddia etme hakkına sahip olduğunu beyan etmektedir.
Yunanistan’ın meşru müdafaa hakkı var mı?
Yunanistan, Türkiye’nin faaliyetlerinin adaların güvenliğini tehdit ettiği ve bu nedenle meşru müdafaa hakkı bağlamında adaları silahlandırma hakkının bulunduğunu ileri sürmektedir. Ancak Yunanistan’ın bu iddiası BM Antlaşması’nın 51. maddesinde düzenlenen meşru müdafaa hakkının doğasıyla uyuşmamaktadır. BM Antlaşması’nın 51. maddesinin tam metni aşağıdaki şekildedir:
“Bu Antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez.”
Madde metninden de görüldüğü üzere meşru müdafaa hakkının oluşabilmesi için “silahlı bir saldırıya hedef olma” şartı aranmaktadır. Dolayısıyla meşru müdafaa hakkının oluşabilmesi için Türkiye’nin Yunanistan’a yönelik silahlı bir saldırı gerçekleştirmesi gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle uluslararası hukukta meşru müdafaa hakkı, muhtemel gelişmelerden ziyade mevcut bir saldırıya bağlı olarak tanımlanmış bir haktır. Yunanistan ise Türkiye’nin bir nevi rutin sayılabilecek faaliyetlerini “saldırılar” olarak niteleyerek, adaları “savunmak” gerekçesi ile silahlandırması hukuken meşru müdafaa hakkı olarak değerlendirilemez. Yunanistan burada uluslararası hukukta kabul görmeyen “önleyici meşru müdafaa” hakkına istinat ederek Türkiye’ye yönelik muhtemel bir silahlı saldırıyı meşrulaştırmak istemektedir. Ancak olası saldırı ihtimaline dayanan “önleyici meşru müdafaa hakkı” uluslararası hukukta kabul görmemektedir. Dolayısıyla Yunanistan’ın önleyici meşru müdafaa hakkına dayanarak gerçekleştireceği eylemler uluslararası hukukun emredici kuralı olan “kuvvet kullanma yasağı”nın ihlali olacaktır.
Türkiye’nin adalar üzerinde egemenliği düzenleyen maddeleri sona erdirme hakkı var mıdır?
1969 tarihli Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 60. maddesi, gerek iki taraflı bir antlaşmanın gerekse çok taraflı bir antlaşmanın taraflarından birisinin antlaşmayı “esaslı bir şekilde ihlal etmesi” durumunda, bu ihlalden zarar gören tarafın, ihlal eden devlete karşı antlaşmanın yürürlüğünü kısmen ya da tamamen askıya alma ya da sona erdirme hakkının bulunduğunu öngörmektedir. Bu şartlarından en önemlisi, ilgili ihlalin, “antlaşmanın konu veya amacının gerçekleştirilmesi için elzem olan bir hükmünün ihlali” olması şartı olduğu ifade edilebilir. Bu bağlamda Doğu Ege Adaları’nı Yunanistan’a devreden antlaşmaların, söz konusu adaların silahlandırılmaması şartını öngörmüş olmaları; silahsızlandırmanın, adaların Yunanistan’a devrinin önemli bir şartı olması anlamına gelmektedir. Buradan hareketle silahsızlandırmayı, adaların devrinin önemli bir unsuru olarak görmek gerekir.
Ayrıca, Lozan Barış Antlaşması’nın, adaların silahsızlandırılmasına ilişkin 13. maddesi, silahsızlandırmayı açıkça “barışın korunması” ile ilişkilendirmiştir. Bu bağlamda, Lozan Barış Antlaşması’nın konu ve amacının barışı sağlamak olması, silahsızlanma hükümlerinin ihlalinin, Antlaşma’nın bu temel konu ve amacını ortadan kaldıran esaslı bir ihlali sayılmasının hukuken mümkün olduğunu göstermektedir.
Buradan hareketle, adaları silahsızlandırmaya ilişkin kuralların Yunanistan tarafından ihlali Türkiye’ye Lozan Barış Antlaşması’nın, adalar üzerinde egemenliği düzenleyen maddelerini sona erdirme hakkı verebilir. Bu durum ise Türkiye’ye, sayıları yaklaşık 18’i bulan Doğu Ege Adaları üzerindeki egemenlik meselesinin Yunanistan ile tekrar müzakere edilmesini talep etmek hakkı verecektir.
KAYNAKLAR
Hüseyin PAZARCI, “Doğu Ege Adlarının Askerden Arındırılmış Statüsü”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Bağlantı Linki: file:///C:/Users/user/Downloads/Do%C4%9Fu%20ve%20Ege%20Adalar%C4%B1n%C4%B1n%20Askerden%20Ar%C4%B1nd%C4%B1r%C4%B1lm%C4%B1%C5%9F%20Stat%C3%BCs%C3%BC.pdf
Tevfik DURUL, “5 Soruda Yunanistan’ın Doğu Ege Adlarını Silahlandırması”, Bağlantı Linki:https://www.aa.com.tr/tr/gundem/5-soruda-yunanistanin-dogu-ege-adalarini-silahlandirmasi/2615986
Yücel ACER, “Doğu Ege Adlarının Silahlandırılması ve Egemenlik Tartışması: Türkiye İçin Yeni Bir Hukuki Yol”, Bağlantı Linki:https://kriterdergi.com/dosya-savunma-ve-guvenlik/dogu-ege-adalarinin-silahlandirilmasi-ve-egemenlik-tartismasi-turkiye-icin-yeni-bir-hukuki-yol
What's Your Reaction?






