İKİ “HASTA ADAM…” NATO VE RUSYA

“Hasta Adam” ifadesini bir ülke için ilk kez Rus Çarı I. Nikolay, art arda gelen savaşlar nedeni ile toprak kaybeden ve Avrupa'nın ekonomik denetimine giren Osmanlı İmparatorluğu için kullandı.
Çar, 1853'ün 9 Ocak gecesi, kışlık sarayında bir balo verir. Bir ara İngiliz elçisi Sir George Hamilton Seymour'u bir kenara çeker: “Kollarımızın arasında hasta bir adam var. Çok hasta. Lazım olan bütün tedbirleri almadan önce kaybetmemiz büyük bir felaket olacaktır. Türkiye ansızın ölebilir. Bu takdirde, üzerimize kalacaktır. Ölüleri diriltemeyiz. Türkiye ölünce, bir daha dirilmemek üzere ölecektir” der ve Avrupa'nın Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşması planını anlatır.
Gelelim bugüne.
Bugün ise; bu ifadeyi NATO ve Rusya için kullanmak yanlış olmaz.
NATO; en basit tanımı ile Avrupa ve Atlantik bölgesinin savunulması amacıyla kurulmuş güvenlik işbirliği ittifakıdır.
Kurulduğu dönemin şartları, Avrupa ve Atlantik ittifakını gerekli kılıyordu. Karşısında devasa askeri güce sahip bir Sovyet İmparatorluğu vardı.
Ancak NATO, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana ve özellikle terörizmin uluslararası güvenlik gündemine hakim olduğu 9/11 saldırılarından bu yana amacını ifade etmekte zorlanmaya başladı. Vizyon ve misyon değişikliklerine gitti, görev tanımlarını değiştirdi, yeni stratejik konseptler geliştirdi.
NATO, bir ittifak olmakla birlikte homojen bir yapıya kavuşamadı. İttifakı oluşturan üye devletlerin gerek kendi aralarında, gerek ittifakın en güçlüsü ABD ile olan ilişkilerinde, gerekse her bir üyenin ekonomik ve güvenlik önceliklerinin farklılığı ve gerekse üyeliğe kabul edilen Doğu Avrupa ülkelerinin yapısal sorunları nedeniyle güvenlik mekanizması olmaktan çıktı, yük olmaya başladı.
1949 tarihli Washington Antlaşması’nı (NATO Bildirgesi) güçlendirmek için; 1975 Helsinki Nihai Senedi, 1987 Orta Menzilli Nükleer Silahlar Anlaşması, 1990 Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı, 1990 Avrupa Konvansiyonel Silahlar Anlaşması, 1992 Açık Semalar Anlaşması, 1993 Kimyasal Silahlar Sözleşmesi, 1997 NATO-Rusya Kurucu Yasası, 1999 AGİT İstanbul Sözleşmesi, 1999 Viyana Belgesi gibi Avrupa ve Atlantik Bölgesi ile dünyanın barışını sağlayacağına inanılan anlaşmalar yapıldı. Ancak neredeyse hepsi can çekişmeye başladı, bir kısmı öldü.
Eski ABD Başkanı Trump’ın ABD ile Avrupa’yı birbirinden koparması, Macron’un ittifakın beyin ölümünün gerçekleştiğini söylemesi gibi faktörler sonucu ittifak Atlantik'in her iki yakasında artan siyasi gerilimlere göğüs germek zorunda kaldı.
Bu arada askeri operasyonlardaki başarısızlıkları da peş peşe gelmeye başladı. NATO, en iddialı misyonu olan Afganistan'da stratejik başarısızlık yaşadı. 2011 Libya müdahalesi de daha iyi sonuçlar doğurmadı.
1990'ların başındaki NATO ile bugünkü NATO arasında büyük farklılıklar var. Geçen süreçte NATO müttefikleri askeri harcamalarını azaltırken gereksiz silahlanma masraflarını ABD'ye braktı. ABD askeri anlamda yalnızlaşmaya ve ittifakın yükünü omuzlamaya başladı. Bu durum Trump’ın siyasi hedeflerine uygundu. Trump askerlerini Ortadoğu’dan, Avrupa’dan çekmeye, Rusya ile alçak gerilimli bir politika izlemeye başladı. Ta ki Biden yönetimi işbaşına gelene kadar.
Biden yönetiminin ikinci bir 9/11’e ihtiyacı vardı. Rusya Ukrayna’ya girerek ona bu imkanı sağladı. Yeni bir NATO konseptinin ve vizyonunun önü açılmıştı.
YENİ KONSEPT BAŞARILI OLUR MU?
Yeni stratejik konsept, 12 yıl önceki Lizbon zirvesinden bu yana bir ilk ve stratejik ortamdaki değişiklikleri çeşitli şekillerde yansıtıyor.
Yeni konsept siyasi açıdan çok önemli ama aynı zamanda büyük bir risk de içeriyor:Üye devletler artan harcama baskılarıyla karşılaştıklarından güvenlik-ekonomi ikilemi. 11 sayfalık anlaşma metninde toplam 71 “yapacağız” taahhüdü yer alıyor.
Ancak; Avrupa hükümetleri, bir yandan küresel ekonomik krizin yakıcı etkileri ile boğuşurken diğer yandan kamuoylarını yüksek askeri harcamalara ikna etmek zorunda kalacak. ABD’li ve Avrupalı otoriteler, romantik teorilerle pratik arasındaki farklılığı itiraf etmeye başladı.
Kritik soru şu; hükümetlerin Rus tehdidini halklarına açık ve şeffaf bir şekilde iletme yeteneği olacaktır. Sürdürülebilir yüksek harcamaları savunmak için ulusal güvenlik risk değerlendirmelerini etkin bir şekilde hayata geçirmeleri gerekiyor ve “Putin eşittir kötü” mesajı kamuoylarını ikna için yeterli olacak mı?
Avrupa Birliği'nin ülkeleri birkaç bin kilometrelik bir alanı kapsayan 27 üyesinin bireysel çıkarları ve eğilimleri ortak bir hareket tarzı oluşturmayı zorlaştırıyor. Bu, aralarında ekonomik reform ve yargı rolünün de bulunduğu pek çok konu için geçerlidir; ancak belki de özellikle askeri ve savunma politikası için keskindir.
NATO’nun Yeni Güvenlik Parametreleri
Rusya’ya karşı Doğu Avrupa’daki güçlerini 7 kat artırarak 40 binden 300 bine çıkarma kararı aldı. Daha şimdiden Avrupa’nın savunma yükü bütçelerini, dolayısı ile vergi mükelleflerinin ceplerini yakmaya başladı.
Bir diğer faktör; Kıtanın güvenlik sorunlarını çözmek için ABD'ye bağımlılığı. Birçok yönden Amerika'nın İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana oynadığı rol, 1991'de Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra bile Avrupa'nın Amerika'nın askeri şemsiyesi altında faaliyet göstermesini sağlıyor.
Ancak bu yaklaşım, liderleri kısa vadede politik olarak zor seçimlerden kurtarabilirken uzun vadede sorun olarak karşılarına çıkabilecek. Amerika, iç sorunlara bulaşmış ve Çin'den gelen meydan okumaya her zamankinden daha fazla odaklanmış durumda. Avrupa'yı sonsuza kadar denetleyemez.
Ayrıca; 2024’te Trump veya benzer karakterde bir isim Beyaz Saray’a yerleşirse ABD ve Avrupalı müttefikler arasında, ittifakı daha da istikrarsızlaştırabilecek yük paylaşımı konusunda eski yaraları açma olasılığı ortaya çıkacak. Ki; Avrupa, ABD’nin Afganistan’da kendisini yalnız bıraktığını (sattığını) unutmuş değil. Ortadoğu ve diğer bölgelerde de ABD’ye yönelik güvensizlik olgusu ve Avrupa’nın savunulmasındaki rolünün sorgulanması ise devam ediyor.
Amerika'nın Mayıs ayında, 11 Cumhuriyetçi senatör Ukrayna'ya daha fazla askeri yardım gönderilmesine karşı oy kullandı. Ayrıca Washington'da, Çin'den gelen tehdidin üstesinden gelmek için ABD'ye Hint-Pasifik'te acilen ihtiyaç duyulduğu konusunda artan bir fikir birliği var. En iyi durum senaryosuna göre Washington'da Avrupa'ya bağlılığını sürdüren bir yönetim olsa bile, başka bir yerde yaşanacak bir krizin, Avrupa devletlerini yalnız bırakarak acele bir geri çekilmeye yol açması riski her zaman var.
Daha da önemlisi; tehditlerin algılanması ve önceliklendirilmesinde büyük farklılıklar vardır. Rusya'ya en yakın Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, mantıksal olarak Rusya'yı en büyük tehdit olarak görüyor. Almanya ve Kuzey Avrupa ülkeleri terörizm konusunda endişeli, Fransa Mali gibi eski Afrika kolonilerinde aşırılıkçılık ve huzursuzluğa odaklanıyor, Yunanistan ve İtalya ise Akdeniz'deki mülteci politikası ve deniz güvenliği ile meşgul. İngiltere “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olmadığının farkında ve olası küresel boşluğu doldurmanın derdinde.
Bu şartlar altında NATO’nun Madrit konseptinin başarılı olup olmayacağı tartışmalı görünürken, başarı için uzun bir zamana ihtiyaç duyulduğu kabul ediliyor.
Özetle; yeni stratejinin etkili olması için “merkezi güç ABD” anlayışından vazgeçmek gerekiyor. Örneğin, ortaya çıkan Ukrayna yanlısı koalisyonun çekirdeği yalnızca ABD değil, Avrupa Komisyonu da dahil olmak üzere tüm G-7'dir.
Rusya karşıtlığı olmak, “Putin eşittir kötü” demek yeni konseptin başarısı için yeterli olmayacak.
TÜRKİYE PRANGALARINDAN KURTULUYOR MU?
Cumhuriyet Türkiyesi; 4 ayaklı bir uluslararası strateji oluşturdu.
1- NATO üyeliği: Türkiye’nin NATO üyeliği dönemin Sovyetler Birliği’nin tehdit olarak algılanması ile gündeme geldi. 1945-1946 yıllarında Sovyetler’in bir yandan Türkiye’nin doğu Anadolu topraklarını resmen istemesi ve öte yandan da Boğazlar’a yerleşmek taleplerini resmen açıklaması Türkiye Cumhuriyeti’ni kritik bir karar vermeye zorladı. Egemenlik ve toprak bütünlüğüne karşı yönelen bu tehlike karşısında Türkiye kendisini Sovyetler Birliği karşısında gerçekten bir denge unsuru olabilecek bir kuvvete dayanmak ve böyle bir kuvvetin ittifakını elde etmek zorunda hissetti.
Türkiye 25 Haziran 1950’de başlayan Kore Savaşı’na tugay seviyesindeki askeri birlikle katıldı ve Türk askeri büyük kahramanlık gösterdi. Bunun üzerine NATO Bakanlar Konseyi, 21 Eylül 1951’de yayınladığı bildiride, Türkiye ile Yunanistan’ı da NATO’ya katılmaya davet etmeye karar verdiğini açıkladı ve 17 Ekim 1951’de Londra’da imzaladığı bir protokol ile Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya katılmalarını kabul etti.
Aradan geçen 71 yılda NATO’nun görev tanımı, üyeler arasındaki ilişkiler sürekli değişiklik gösterdi. Bu süre içinde NATO, ortak savunma doktrini sınırları dışına çıkarak Türkiye gibi üye ilkeleri “ABD’nin ileri karakolu” olarak görmeye başladı. Bir anlamda ABD ve diğer büyük ülkelerin menfaatlerini koruyan bir kurum haline dönüştü. ABD ve Batı Türkiye gibi ülkeleri NATO üzerinden kendi ulusal önceliklerine bağımlı kıldı.
NATO üzerinden Batı’ya bağımlılık Türkiye’nin bağımsız hareket etme iradesini ve ulusal menfaatlerini koruma refleksini önemli ölçüde etkiledi. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği tehdidi gerekçesiyle Türkiye-NATO ilişkileri sorgulanmıyordu. Ancak Soğuk Savaş döneminin bitmesi ile birlikte NATO’nun Türkiye üzerindeki baskısı ortaya çıktı.
Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmaması ve alternatif politikalara yönelmemesi için Türkiye’deki siyasi iktidarlar ile kurum ve kuruluşlar üzerinde yoğun baskı uygulandı. Bu baskılar sonucu Türkiye milli menfaatleri ile NATO’nun (ABD-Batı) menfaatleri arasında sıkıştı. Türkiye bir yandan Batı ekseninde tutulurken diğer yandan ittifak içindeki etkinliği giderek azaltıldı.
Bir başka ifadeyle ABD ve Batı’nın değişen menfaat ve tehdit değerlendirmelerine göre Türkiye’nin önemi de değişkenlik gösteriyor. Bu durum ise Türkiye’nin ittifak içinde kalıcı bir önem ve etkinlik oluşturamadığını gösteriyor. NATO’nun (ABD) ileri karakolu konumunu üstlenen Türkiye, gerektiği zaman askeri gücüne başvurulan ama ittifakın karar mekanizmalarında hak ettiği konuma getirilmeyen ülke durumuna düşürüldü.
2- Rusya, Avrasya ilişkileri: Türkiye, bir yandan NATO üyeliğini sürdürürken diğer yandan Karadeniz üzerinden Rusya ve Avrasya coğrafyası ile tarihi ilişkilerini sürdürmeye çalışıyor. Ancak; Rusya ve ABD geleneksel rekabeti nedeniyle zaman zaman arada kalıyor.
3- Avrupa hedefi: Türkiye’nin değişmez politikası, AB üyesi olarak Avrupa’nın bir parçası olma isteğidir.
4- Tarafsızlık politikası: Jeostratejik konumu, tarihsel ve kültürel bağları ile Türkiye, Doğu’dan Batı’ya çok geniş bir etkinlik sahasına sahiptir. Bu özelliği dönem dönem avantaja ve dezavantaja dönüşebiliyor. Bu nedenle en zorunu, yani tarafsızlığını korumaya çalışıyor.
İlk 3 madde bugüne kadar Türkiye’nin prangalarını oluşturdu. Ortadoğu, Akdeniz, Kafkaslar ve Balkanlar’da “dost ve müttefiklerimiz” ile karşı karşıya geldik. NATO üyesi ülkeler kah Suriye’de, kah Irak’ta, kah Libya’da, Kah Akdeniz’de rakibimiz oldu.
Suriye’de ABD ve Rusya’nın, Akdeniz’de, Libya’da Fransa ve Yunanistan’ın, Yunanistan’da ABD’nin karşı hamlelerini göğüslemek zorunda kaldık.
Bir gerçeği kabullenmek zorundayız; karşımızdaki rakiplerin ekonomik, askeri ve etkinlik gücü ister istemez elimizi kolumuzu bağladı.
Bugün ise Türkiye’nin önünde tarihi bir kapı aralanmış durumda.
Bugüne kadar prangalarımızı oluşturan ittifak ve ülkeler şimdi kendi dertlerine düşmüş durumda.
Örneğin; Avrupa hem NATO içinde, hem kendi arasında ayrışma yaşıyor. Bir yandan kendi güvenliğini sağlayamamanın sıkıntısını yaşarken diğer yandan güvenliğini ABD’ye bırakmasının sıkıntısını yaşıyor. Bir çıkış yolu arıyor.
ABD’de Biden’ın durumu tartışılıyor. Akıl sağlığı nedeniyle yönetme iradesini kaybettiği iddiaları konuşulmaya başlandı. Bir yönetim değişikliğine hazırlanıyor. Camilla Harris’in devreden çıktığı belirtiliyor. ABD ekonomik krizin yanı sıra yönetim krizine giriyor.
Rusya Ukrayna’da sıkışmış durumda. NATO sınırlarının dibine kadar gelmiş durumda. Ortadoğu’da bizimle uğraşacak durumda değil. Savaşı kaybederse güvenlik sorunları ile karşı karşıya kalacak. Savaşa devam ederse yaptırımlarla mücadele edecek.
Küresel ekonomik kriz tüm ülkeleri etkisi altına aldı. Her ülke kendi içine dönmüş ve pozisyonlarını korumanın derdine düşmüş durumda.
Sınır ötesi operasyonlarda izin alma gerekliliği eskisi kadar güçlü olmayacak. Suriye’de olası bir operasyonda ABD, Rusya veya Avrupa PYD/PKK’yı korumak için Türkiye ile ciddi bir çatışmayı göze alamayacak gibi görünüyor.
Özellikle Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini kilitlemesi ittifakta krize yol açtı, kilidi açması ise krizden çıkardı. “Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz” türü açıklamalar, Türkiye’nin etkisini göstermesi açısından önemli.
Son söz; dünyanın karşı karşıya kaldığı sorunlar; 1- ekonomik temelli, 2- askeri çözümler ekonomik güce dayanıyor, 3- ülkelerin ortak amaçlar etrafında uzlaşarak yeniden işbirliğine girme ihtimali zor görünüyor. Mümkün olsa bile uzun zaman alacak, 4- ABD, Avrupa ve Rusya birbirini kilitlemiş durumda, 5- Türkiye tarafsız ve etkin olabilme gücünü yeniden ele almış durumda, 6- Dünya, lider masası yerine eşitler masasına doğru evriliyor. Bu masada Türkiye’nin sandalyesi hazırlanıyor.
What's Your Reaction?






